
Sınıf öğretmeni, yaklaşan Anneler Günü için öğrencilerini bilgilendiriyordu:
— Yavrularım, sizleri ve bizleri dünyaya getirip sevgisini, emeğini esirgemeden, koşulsuzca veren annelerimizdir. Şefkatiyle sarıp sarmalayan, hayatını evlatlarına ve onların mutluluğuna adayan kahramanlardır. Şu gerçeği de bilmenizi istiyorum: Sizi hayatınız boyunca herkesten daha çok sevecek olanlar yine onlardır. Önümüzdeki hafta sonu Anneler Günü kutlanacak. Elinizden geldiği kadar annenizi mutlu etmeye çalışın. Küçücük hediyeler, kocaman sevgiler onlara… Bir demet çiçek, güzel bir şiir, ev işlerinde yükünü azaltmak için minnacık bir yardım yeterli olacaktır. Hepinizin annelerinin gününü tebrik ediyorum. Lütfen selamlarımı iletin, diyerek dersini bitirdi.
Mustafa, öğretmenini can kulağıyla dinledi. Tabii ki kendince bazı düşünceleri vardı. Annesinin durmadan kaçan çoraplarını hatırladı. Okul çıkışı, harçlığından biriktirdiği para ile 3 çift anne çorabı aldı. Kendini büyük bir adam gibi hissetti. Şöyle bir yürüyüşü değişti. Yol kenarında, çimenlerin arasından çıkmış kıpkırmızı renkte açmış 10–15 tane gelincik, Mustafa’ya “Gel bizi topla” diye bakıyordu. Davete icabet eden tombik oğlan, gelinciklerden seyrek bir demet yaptı.
Birkaç yıl önce annesine bu çiçeklerin adını sorduğunda, “Gelincik var da niye damatçık yok?” dediğini hatırladı. Annesi, “Benim akıllı oğlum” diyerek yanaklarından öpmüştü.
Hediyesini ve çiçek demetini annesi görmesin diye sakladı. 3 çift çorabı, sene başında defterlerini kapladıktan sonra artan bir parça kâğıtla güzelce paket yapmak istediyse de şımarık bant, parmaklarına yapıştı durdu. Kalp şeklinde kestiği renkli kâğıda şöyle yazdı:
Canım annem, bir tanem,
Senden başka kimseyi sevemem.
Anneciğim, lütfen pırasa yemeği yapma, yiyemem.
Son cümleyi de annesi gülsün diye yazmıştı. Onun gülmesi, evlerine neşe getiriyordu. Sabah erken kalkıp annesine kahvaltı hazırlamayı tasarladıysa da uyuyakaldı. Gözlerini açtığında, annesi “Yine Bir Gülnihal” şarkısını söyleyerek mutfakta kahvaltı hazırlıyordu. Hediyesini sakladığı yerden çıkardı. Pek de düzgün ambalaj yapamamıştı ama hadi neyse. Gelincikleri eline aldığında ise ağlamak istedi. Kıpkırmızı gelincikler solmuş, buruşmuş, güzelliklerinden eser kalmamıştı. Üzüntüsünü içine gömerek annesinin elini öptü, boynuna sarıldı, hediyelerini verdi. Anneler, yavrularını gözünden, sesinden anlar.
— Mustafa’m, nereden biliyorsun benim gelincikleri çok sevdiğimi? diyerek oğluna sarıldı.
— Topladığımda böyle değildiler, dedi boynunu bükerek Mustafa.
— Can parem, biz çocukken gelincikleri toplar, şerbet yapar içerdik. İstersen bana yardım et, birlikte hazırlayalım. Tadını çok seveceksin, dedi annesi yavrusuna.
Mustafa, gelincikleri güzelce yıkadı. Annesi de geniş bir kabın içine yerleştirip üzerine su döktü. Güzelce karıştırıp birkaç saat beklettiler. Rengini ve aromasını bırakan çiçekler süzüldü. Şeker ve limon ilave edip enfes bir içecek yaptılar. Soğuması için buzdolabına yerleştirdiler. Mustafa yarım saatte bir kontrol etti. “Tamam olmuştur!” talimatıyla, kenarları yaldızlı su bardaklarına dökerek afiyetle içtiler. Mustafa gülerek annesine:
— Sana aldığım en tatlı hediye değil mi, anneciğim? dedi.